İsmail Paşa’yı Görevden Kim Aldı? — Gücün, Bilginin ve Varlığın Felsefi Anatomisi
Bir filozofun bakış açısıyla sorulduğunda, “İsmail Paşa’yı görevden kim aldı?” sorusu, yalnızca tarihsel bir olayın cevabını aramaz; aynı zamanda insanın iktidarla, bilgiyle ve varoluşla kurduğu ilişkinin anlamını sorgular. Çünkü tarih, sadece olayların sıralandığı bir çizgi değil, insanın kendi iç dünyasındaki güç mücadelelerinin dışa vurumudur.
İsmail Paşa’nın görevden alınışı, yalnızca bir siyasi karar değil, etik, epistemolojik ve ontolojik katmanlara sahip bir dönüşümdür. Her biri bize şu soruyu düşündürür: Bir insanın elinden “görev” alındığında, aslında ondan ne alınır — gücü mü, bilgisi mi, yoksa varlığı mı?
Epistemoloji: Bilginin Gücü ve Gücün Bilgisi
Epistemoloji, yani bilginin doğası üzerine düşünmek, bu olayı anlamanın ilk adımıdır. İsmail Paşa, 19. yüzyıl Mısır’ında modernleşme hamlelerinin öncüsüydü. Avrupa’ya açılan bir zihin, Batı’nın teknolojisini ve yönetim anlayışını benimsemeye çalışan bir liderdi. Fakat bilgi, her zaman tarafsız değildir; bilmek, aynı zamanda iktidar üretmektir.
Bu bağlamda İsmail Paşa’nın bilgiye yönelimi, Osmanlı’nın ve Avrupa’nın güç dengelerini sarstı. O, bilgiyle iktidar kurmak istemişti. Ancak bilgi, güç sahiplerinin elinde tehlikeli bir araç haline gelir. Çünkü bilginin kimde olacağı, aynı zamanda kimin hükmedeceğini de belirler.
İsmail Paşa’yı görevden alanlar, yalnızca Osmanlı Sultanı Abdülaziz değil; aynı zamanda uluslararası güç dengeleri idi. Avrupa devletleri —özellikle İngiltere ve Fransa— onun mali bağımsızlığından rahatsızdı. Bu yüzden görevden alınış, sadece bir idari karar değil, bilginin ve modernliğin kime ait olacağına dair bir küresel karardı.
Burada şu sorular yankılanır: Bilgi gerçekten özgür mü?
Yoksa her bilgi, bir iktidarın gölgesinde mi doğar?
Bir liderin bilgisi, onu özgür kılar mı, yoksa zincirler mi?
Etik: Gücün Sınırları ve Adaletin Görünmezliği
Etik perspektiften bakıldığında, İsmail Paşa’nın görevden alınışı adalet, sorumluluk ve erdem kavramlarını sorgulatır. Bir yöneticiyi görevden almak, sadece onun statüsünü değil, onunla birlikte temsil ettiği değerleri de yerinden eder.
İsmail Paşa’nın yönetimi tartışmalıydı. Lüks harcamalar, büyük projeler ve borçlanma politikaları, Mısır’ın ekonomisini sarsmıştı. Ancak onun amacı, ülkesini modernleştirmekti. Burada felsefi bir ikilem doğar: Bir eylemin niyeti mi yoksa sonucu mu ahlaki değeri belirler?
Etik açıdan Paşa’nın düşüşü, modernliğin bedelinin sorgulandığı bir anı temsil eder. Gücü elinde tutanlar, “doğru olanı” kendi çıkarlarına göre tanımlarlar. Dolayısıyla İsmail Paşa’nın görevden alınması, yalnızca politik bir “ceza” değil; etik bir meşrulaştırma pratiğidir — güçlü olanın kendi eylemini haklı kılma biçimi.
Oysa etik düşünce bize şunu öğretir: Gerçek adalet, iktidarın değil, vicdanın sesidir. Peki, İsmail Paşa’nın görevden alınışında vicdanın payı ne kadardı?
Ontoloji: Görev, Varlığın Bir Uzantısı mı?
Ontoloji, yani varlık felsefesi, “bir görev elinden alındığında, varlık eksilir mi?” sorusunu gündeme getirir. İsmail Paşa’nın kimliği, valilik makamıyla sıkı sıkıya örülmüştü. Onun için “var olmak”, yönetmekle eşanlamlıydı.
Bir filozof gözüyle bakıldığında, bir insanın varlığını görevine bağlaması, ontolojik bir kırılmadır. Çünkü varoluş, yalnızca yaptıklarımızla değil, düşündüklerimizle de şekillenir. Görevden alınmak, bu anlamda bir kimlik çözülmesi yaratır: “Artık kimim?” sorusu, her görev kaybının arkasındaki sessiz yankıdır.
İsmail Paşa’nın sürgüne gönderilmesi, varlığın politik sınırlarının çizildiği bir andı. Onun ismi, gücüyle birlikte anlamını yitirdi; ama paradoksal olarak, tarihsel hafızada varlığı güçlendi. Çünkü bazı varlıklar, yalnızca görevleri bittiğinde görünür hale gelir.
Sonuç: Gücün Geçiciliği, Bilginin Kalıcılığı
İsmail Paşa’yı görevden alan kişi Sultan Abdülaziz’di; ama asıl güç, dönemin ekonomik ve siyasi baskılarını yönlendiren Avrupa devletlerindeydi. Fakat felsefi düzlemde, onu görevden alan yalnızca insanlar değil, tarihin kendi aklıydı.
Güç geçicidir; bilgi ise kalıcı. Varlık, makamla değil, anlamla sürer. İsmail Paşa görevden alınmış olabilir, ama düşünceleri ve reform arayışı insanlığın ilerleme hikâyesinin bir parçası olarak yaşamaya devam eder.
Okuyucuya şu sorular kalır:
– Bir insanın varlığını tanımlayan şey görev midir, yoksa anlam arayışı mı?
– Güç, bilgiden doğarsa, bilgiyi kim koruyabilir?
– Ve belki de en önemlisi: Tarih sahnesinden çekilen bir figür gerçekten yok olur mu, yoksa varlığını sessiz bir yankı olarak mı sürdürür?
İsmail Paşa’nın hikâyesi, yalnızca bir görevden alınış değil; insanın iktidar, bilgi ve varlıkla süregelen kadim mücadelesinin felsefi yankısıdır.